10 Mayıs 1992 sabahında Azerbaycan savunma bakanı Rahim Ğaziyev Moskova’daydı. Pavel Graçov, yeni Rusya savunma bakanı olarak atanmıştı. “Allah adına yemin ederim ki, diz çökerek, -Paşa [Pavel], Ruslara karşı savaşmak istemiyoruz. Teçhizatımız yok. Bize silah sat,- diye yalvarmaya başladım. Uzun bir görüşme sonunda orgeneral Nikolay Popov’u aradı. Gence’ye döndüm. Askeri teçhizat “Zangelan” istasyonuna gönderilecekti. Teçhizat, Ğubatlu ve Laçin arasına düşen bölgeye ulaştı, o zamanın genelkurmay başkanı yardımcısı Safar Abiyev, bilmediğim sebeplerden dolayı teçhizatı ve orduyu bırakıp Laçin’i terk etti. 11 Mayıstı. O zamanlar Turşsu ve Laçin hâla bizim kontrolümüzdeydi… Kanlı çatışmalar oluyordu, Abulfaz Elçibey, Haydar Aliyev ve Ayaz Mutalibov’un taraftarları ise Bakû’de gösterilere devam edip yönetim için mücadele etmekteydi”.
Şuşi olayları sonrasında iç siyasi gerginlik doruk noktasına ulaşmıştı. Azerbaycan parlamentosunun 14 Mayıstaki olağanüstü oturumunda Mutalibov, Hocalı’yı ve Laçin’i siyasi hatalar yüzünden kaybetmiş olduklarını ve Bakû’nün, askeri konularda Moskova’yla çatışma içinde olmasından dolayı Şuşi’nin işgal edildiğini açıklar. Aynı gün Azerbaycan cumhurbaşkanı görevine iade edilir ve sadece bir gün görevde kalır. Halk Cephesi, Mutalibov’un dönüşünü “devlet darbesi” olarak nitelendirir ve halka sivil itaatsizlik çağrısı yapar. Aliyev, Mutalibov’un göreve iadesini “askeri devlet ayaklanması” olarak adlandırır. Mutalibov 15 Mayısta, bu sefer nihai olarak yönetimden uzaklaştırılır, Rus askeri helikopteriyle bugüne kadar yaşamakta olduğu Moskova’ya gelir.
16 Mayısta Azerbaycan’ın kontrolü tamamen Halk Cephesi’nin elindeydi. Meclis, Yağub Mamedov’un istifasını kabul eder ve 35 yaşındaki tarihçi-doğu bilimcisi, Halk Cephesi kurucularından İsa Gambar 18 Mayısta meclis başkanı seçilerek cumhurbaşkanı seçimlerine kadar ülke yöneticisi yetkilerine sahip olur ve eski Sovyet bölgesinin en genç önderi olur.
Azerbaycan’da yönetim değişikliği yaşanırken, Karabağ kuvvetleri Şuşi bölgesindeki Berdadzor alt-bölgesindeki Ermeni köylerini kurtarmaktaydı. 18 Mayısta ise Laçin kontrol altına alınıp Ermenistan ve Dağlık Karabağ arasında karayolu koridoru açılır. Son Azerbaycan askerleri 16 Mayısta Laçin’i terk etmişlerdi. Ğaziyev’in belirttiğine göre Laçin’de 7 adet Grad bataryası ve çok sayıda cephane olmasına rağmen Ermeni kuvvetlerine yönünde hiç atış yapılmamış, Laçin’de çatışmalar olmamıştı.
Samvel Babayan’ın iddiasına göre Laçin için hiçbir operasyon hazırlanmamıştı. “Şuşi’den sonra Azerbaycanlılar arasında panik havası esiyordu. Berdadzor’a girdiğimizde rakip ancak bir gün karşı koydu. Halkın kaçabilmesi için tepeyi tutmaya çalışıyorlardı. Laçin, Şuşi ve Lisagor başarılarımızın doğrudan bir sonucuydu”.
Laçin’in fethiyle Ermenistan ve Dağlık Karabağ arasındaki 7 kilometrelik koridor ortadan kalkıp yeni bir insani koridor açılır. Birkaç yıl süren ablukadan sonra Dağlık Karabağ rahatça nefes alma imkânına kavuşur. Lakin Laçin’le savaş bitmiyor, sadece yeni bir merhaleye giriyordu. Laçin, Karabağ kuvvetlerinin eline geçtiğinde, Kelbecer ve Dağlık Karabağ’a komşu diğer bölgelerle kıyaslandığında, uluslar arası yankı o kadar da sert değildi. En azından BM Güvenlik Konseyi bir açıklama hazırlamadı.
“Laçin’in ele geçirilmesi olgusu uluslar arası toplumu bir ölçüde şoke etmişti, Azerbaycan ise henüz ne yapacağını kestiremiyordu”,- diyor Jirayr Libaridyan.
Vahan Papazyan şu şekilde yorumlamaktadır. “Dağlık Karabağ halkı güvenliğinin Laçin olmadan ciddi bir tehlike altında olduğu uluslar arası camiaya açıklanmıştı, fakat sadece bu değildi. İhtilaf henüz yeniydi, uluslar arası camia bu sorunla henüz ciddi olarak ilgilenmiyordu, Minsk Grubu yeni-yeni şekilleniyordu. Daha sonraları da, Laçin sorunu her zaman için kalan bölgelerden ayrıydı, her zaman için bu halka, bu koridor özeldi”.
Mayıs 1992 sonunda Mısır’da bulunan Ter-Petrosyan, Azerbaycan bölgesinden geçerek Ermenistan’a açılan bu koridorun Ermenilerin vahim durumlarını önlemek niyeti güttüğünü, Dağlık Karabağ halkının gıda ve ilaç eksikliği çektiğini belirtmiş, “Ne Ermenistan, ne de Dağlık Karabağ ülkeler arasındaki iletişim için gerekli olduğundan fazla toprak ele geçirmeye niyetli değildir”,- demişti.
1992 yılında Laçin ve Kelbecer’i ziyaret eden Amerikalı gazeteci Thomas Goltz, “Şaşılacak bir şey, burada herkes Azerbaycan’ca yerine Kürtçe konuşuyor”,- diye yazmaktaydı.
Aslında şaşılacak bir şey yoktu, çünkü Laçin ve Kelbecer’de iki yüzyıldır Kürtler çoğunluktaydı. Kürtler, Müslüman olmanın haricinde Kafkas Tatarlarıyla (daha sonra Azerbaycanlı) ne dil, ne irsiyet ve ne de morfolojik açıdan aynı değildi.
Kürtlerin, günümüz Karabağ’ına komşu bölgelere ne zaman geldikleri tartışmalı olmakla birlikte XVI.-XVII. yüzyıllarda geldikleri sanılmaktadır. Karvacar (Kelbacar, Kelbecer), Kaşatağ (Laçin) ve çevre bölgelerin Kürtleşmesine ve daha sonra Azerbaycanlaşmasına kadar, çağlar boyunca, Mrav’dan Aras’a kadar olan bölgede Ermeniler yaşamaktaydı.
Sovyet Azerbaycan’ı tarafından 1923 yılında yaratılan Kızıl Kürdistan’ın alanı Kelbecer, Laçin ve Kubatlı bölgelerinden oluşmaktaydı. Laçin (Abdallar) mezrası, bölge merkezi olur. Kürdistan bölgesi, altı yıl varlığını sürdürdükten sonra 1929 yılında ortadan kaldırılır. Bölgelerin yerinde Azerbaycan’da, okrug olarak anılan yeni birimler yaratılır. 1930 Mayısında, alan olarak Kürdistan bölgesinden büyük olan ve Zangelan ile Cebrail’in bir kısmıyla yaratılan Kürdistan okrugu İran’la sınırdaş olur. Laçin, okrugun idari merkezi olarak kalır. Haziran 1930’da Sovyetler Birliği sathında okruglar idari birim olarak ortadan kaldırılıp yeni idari birimler, bölgeler oluşturulur. Birkaç aylık ömrüden sonra Kürdistan okrugu ortadan kaldırılır, fakat yerine Kürdistan adlı bir bölge yaratılmaz. Ermenistan ve Dağlık Karabağ Özerk Bölgesi arasında bir ayrım çizgisi oluşturan, Kürtlerle yerleşik Kelbecer ve Laçin bölgelerinde, daha sonraki on yıllar boyunca da Kürtçe hüküm sürmüştür.
Sovyet stratejler Kürdistan bölgesi yaratarak Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki gerginliği azaltmak niyetinde bulunmuş olabilirler. Daha sonra Kızıl Kürdistan’ın şekillendiği bu bölge 1918 yılında Ermenistan ve Azerbaycan arasında ihtilaf konusuydu. Artsakh ve Ermenistan arasında fiili olarak Azerbaycan değil, Kürt idari birimi bulunmaktaydı. 7 kilometrelik Laçin koridoru 1920’lerin ortalarından sonra yaratılmıştı. Sovyet Ermenistan’ı ve Dağlık Karabağ Özerk Bölgesi eskiden Hakari Nehri’yle ayrılmaktaydı. Bu bağlamda Kürdistan da iki kısma ayrılmıştı. Sovyet haritalarında görüldüğü gibi Goris ve Şuşi bölgeleri bir yandan, Kürdistan’ın iki bölgeleri ise diğer yandan şekilsel olarak birbirlerinden ayrılmaktadır, aralarındaki ayırıcı çizgi Hakar Nehri’dir. 1928 yılından sonra basılan haritalarda, Ermenistan ve Dağlık Karabağ arasındaki birkaç kilometrelik koridor artık belirgindir.
1926 nüfus sayımı verilerine göre Kürdistan bölgesinin nüfusu 51 bin kadardı, bu sayının 37 binden fazlası Kürtler, 13500’ü Tatarlar (Azerbaycanlılar) ve sadece 250’si Ermenilerden oluşmaktaydı. Daha ileri tarihte meydana getirilmiş olan Kürdistan bölgesinde 1918 yılına kadar üç büyük Ermeni köyü Hak, Alğuli ve Harar kalmıştı. Hak (Minkend) Köyü’ndeki Ermenilerin sayısı 800’ün üzerindeydi. 1918 Ermeni-Kürt çatışmaları sonucunda Ermeniler Hak’tan göç ettirilir. Alğuli’de yaşayan binin üzerinde Ermeni de göç ettirilir ve bu insanlar Artsakh’ın farklı bölgeleri ve Goris’e yerleşir. Harar’da (Aşağı Faracan) yaşayan Ermenilerin sayısı 1918 yılında 1100’e ulaşmaktaydı, 1921 yılında ise bu köyde sadece elli Ermeni kalmıştı.
Kızıl Kürdistan’ın ortadan kalkmasından sonra Kürtleri asimile etme süreci başlar. İki temel faktör bu süreci hızlandırır. Birincisi, din birliğidir. Türkçe konuşan Azerbaycanlılar ve İran orijinli Kürtler Müslüman’dır. İkincisi ise, Bakû’nün siyasetidir. 1926 yılında Kızıl Kürdistan bölgesinde 37 binden fazla Kürt yaşamaktayken, Sovyetler Birliği’nin sonunda, 1989 nüfus sayımı verilerine göre Azerbaycan’daki Kürtlerin sayısı 12 bin kadardı. 1992 yılında, Laçin ve Kelbecer’de, sadece Kürtlerin sayısı birkaç binin üzerindeydi, fakat bu insanlar Kürt kimliklerini korumuş olmaları ve aralarında anadillerini konuşmalarına rağmen Azerbaycanlı olarak kabul edilmekteydi.
Tatul Hakobyan’ın Karabağ güncesi; Yeşil ve Siyah kitabınden alıtı