Tatul Hakobyan’ın Karabağ güncesi; Yeşil ve Siyah kitabınden alıtı
20 Nisan 1993’te Türkiye cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın cenazesine katılmak niyetiyle Ankara’da bulunan cumhurbaşkanı Levon Ter-Petrosyan, dışişleri bakanı Vahan Papazyan ve cumhurbaşkanı danışmanı Jirayr Libaridyan’dan oluşan Ermenistan heyeti, başbakan Süleyman Demirel tarafından kabul edilir. Papazyan ve Liparetyan, görüşmenin verimli ve enteresan geçtiğini belirtir. “Demirel çekmeceden bir harita çıkarıp Türkçe olarak, burası Ermenistan, dedi, problemimiz yok, komşumuzdur, bu da Karabağ’dır, Ermeni toprağı değil, fakat Ermeniler yaşıyor, kaygılarımız var, Karabağ’ı aldınız, onu da anladık, burası Laçin, burası sizin toprağınız değil, burada Ermeniler de yaşamıyor, aldınız, güvenlik için dediniz, bunu da anladık. Kelbecer’le ne işiniz var? Kelbecer’i aldığınızda bu insanlar (Türkler) kardeşlerimizi dövüyorsunuz dediler, öyle değil mi?”,- diye anımsamaktadır Jirayr Libaridyan.
Ankara böylece, Türk-Ermeni ilişkilerinin düzenlemesini Dağlık Karabağ sorununa bağladı. Türkiye, Kelbecer’den de önce Azerbaycan tarafını tutmaktaydı, fakat Türk-Ermeni sınırını abluka altına almıyordu. Türklerle görüşmelerde bulunmuş olan Ermeni diplomatlar, Ermeni kuvvetlerinin başarılarının Laçin’le sınırlı kalması durumunda Türkiye’nin Ermenistan’la diplomatik ilişki kurup kurmayacağı konusunda bir fikir ileri sürmekte zorlanmaktadır. İçlerinden bazıları, Türkler için öncelikli olanın, Ermenistan-Türkiye sınırlarının kesinleştirilmesi, yani 1921 Kars Antlaşması’nın tekrar onaylanması, ikinci olarak ise Ermenilerin, Soykırım iddialarından ve Soykırımın uluslar arası tanınmasından vazgeçmesi olduğunu düşünmektedir.
Türkolog Arsen Avagyan’ın sözleriyle Ankara, Soykırım sorununa şu şekilde yaklaşmaktadır “Ermeniler, Soykırımı tanıma sorununu ortaya atıyor, bunu ise tazminat ve toprak talepleri takip edecektir. Soykırım sorunu, Türkiye açısından toprak bütünlüğüne karşı doğrudan bir tehlike olarak kabul edilmektedir. Ermenistan’ın, 1991’de Türkiye tarafından tanınmasıyla ilgili deklarasyonda Kars Antlaşması’na özel olarak atıfta bulunulması boşuna değildir. Bu, görünüşe göre, toprak bütünlüğünü tanımaya yönelik Türkiye tarafından Ermenistan’a yapılan bir çağrıydı”.
“Karabağ sorununa Türkiye açısından yaklaştığımızda, bazı Türk siyasi çevrelerde, Dağlık Karabağ sorununun doğrudan Türkiye’nin toprak bütünlüğüne bağlı olduğu düşüncesinin ağır bastığını görmekteyiz. Kelbecer olaylarından sonra Türk Meclisi, “Karabağ ve Nahcivan’a karşı Ermeni saldırganlığı” adı altında olağanüstü oturum gerçekleştirir. O dönemlerde muhalefet partisi başkanı olan Ecevit,- Ermeniler bugün Karabağ’ı alırsa, yarın Nahcivan, daha sonra da Kars, Ardahan sorunlarını ortaya koyarlar, benzer gelişmelerden kaçınabilmek için, daha ilk etapta Ermenilerin önünü kesmemiz lazım- diye olayları yorumlamaktaydı”,- diyor Avagyan.
1993 Şubatının ilk günlerinde, Harvard Üniversitesi’nde, Amerikalı Ermenilerin yöneticilerinden biri Özal’a, “Komşuları tarafında Ermenistan’a uygulanan ambargo” ile ilgili bir soru sordu. Türkiye cumhurbaşkanı, asıl sorunun “Ermenistan ve Azerbaycan arasında var olan anlaşmazlık” olduğunu belirtti. “Türkiye, Ermenistan’la kuracağı iyi ilişkilerin, diasporadaki Ermenilerin Türkiye’ye karşı çalışmalarının önünü alacağının bilincindedir, bizim niyetimiz budur. Lakin Ermenistan ve Azerbaycan’ın sorunları, bazı sorunların çözümünü zorlaştırmaktadır. Neden? Ülkemizde yaklaşık 4 milyon Azerbaycanlı var, onlar Türkiye’de önemli bir güç teşkil etmektedir. İkincisi, Ermeni-Azerbaycan sorunlarına rağmen biz Ermenistan’a 50 bin ton buğday verdik. Bu durum Azerbaycanlılar tarafından hoş karşılanmadı, düşmanlarımıza neden yardım ediyorsunuz diye soruyorlardı bize. Komşularımız olduklarından, benim önerimle Ermenistan’a elektrik enerjisi vermeye karar verdik. Neden böyle şeyler yapıyorsunuz, bu bize zarar verir diye Türkiye’de tekrar şikâyetler başladı. Lakin ilk çözülmesi gerekenin, Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki sorun olduğuna eminim ve buna inanmaktayım”.
Ermenistan-Türkiye protokollerinin taslağı ile Yerevan-Ankara ilişkileri hakkındaki görüşmeler 1993 baharına kadar devam etti. Başbakan Demirel, başbakan yardımsısı Erdal İnönü ve dışişleri bakanı Hikmet Çetin’le birlikte 31 Ocakta Libaridyan ve Davit Şahnazaryan’ı kabul eder. Ermeni temsilcilerin ziyareti Ter-Petrosyan ve Demirel arasında gerçekleşen telefon görüşmesinden sonraydı, bu görüşmede Ermenistan cumhurbaşkanı insani yardım yapılması ricasıyla başvurmuştu.
Ermenistan heyetiyle yapılan görüşme esnasında Demirel, hava muhalefeti dolayısıyla yaklaşık bir aydır kesintiye uğramış olan buğday teslimine tekrar başlayacağına ve Azerbaycan’ın sert tepkilerine rağmen, ülkesinin, Ermenistan’a 100 bin ton buğday nakledeceğine dair söz verir.
“Bu esnada, Dağlık Karabağ’da savaş devam etmekteydi, askeri açıdan Türkiye’nin katılımda bulunacağına, yani Azerbaycan’a askeri yardım vermesinin haricinde, askeri operasyonların içine de çekilebileceğine dair ciddi tehlike vardı”,-diyor Şahnazaryan.
Libaridyan’ın sözlerine istinaden, Türkiye, ikili ilişkiler konusunu Dağlık Karabağ’daki ateşkese bağlıyordu. Ermenistan ve Azerbaycan arasındaki ilişkilerin istikrarlı olması Türkler için önemliydi. İstikrar olmazsa, askeri operasyonlar her zaman diplomatik ilişki tesis etmeyi engelleyebilir. “Başbakan Demirel, ilişkilerimize bu şekilde devam etmemizi, herhangi bir sorun olduğunda, diplomatik ilişkilerin tesis edilmesini hesaba katmadan bağlantı kurmamızı rica etti. Son görüşmemizde, diplomatik ilişki tesis etme konusundaki protokol metninin kabul edilmeye yakın olduğunu, çok az fark kalmış olduğunu belirtti. Onların görüşüyle, diplomatik ilişki kurulduktan sonra, askeri operasyonlar neticesiyle bağları kesmek çok daha kötü olacaktı. Ateşkes olduğu takdirde, ertesi günü ilişki kuracaklarını söylediler”.
Çetin, 8 Martta Ter-Petrosyan’la bir telefon görüşmesi yapar. Bu telefon görüşmesinden önce Çetin, 6 Martta Elçibey’le görüşmüştü. Daha öncesinde ise, 1 Martta, Rusya dışişleri bakanı Andrey Kozirev Türk meslektaşını Moskova’da kabul etmişti. Görüşme esnasında Çetin, Bosna ve Dağlık Karabağ ihtilaflarının düzenlenmesi konusunda Ankara ve Moskova arasında bir işbirliği şekli bulmayı önerir. Kozirev, Çetin’in Bakû ve Yerevan’a birlikte ziyaret gerçekleştirme önerisine olumlu yanıt verir.
Kozirev’in, Çetin’le birlikte çatışma bölgesini ziyaret etme konusunda mutabık kalması Vladimir Kazimirov’u şaşırtır. Türkiye, Karabağ konusunda yapıcı bir rol oynayamayacağını çoktan ispat etmişti. Çetin, Kozirev’le yapacakları ziyaret hazırlıkları için Moskova’dan Bakû’ye gider. Türkiye dışişleri bakanı Elçibey’le görüşür ve Moskova, Washington, Paris ve Londra’ya, Azerbaycan başkanının Rus-Türk girişimini genel olarak onayladığını bildirir.
ABD devlet sekreteri Warren Cristopher, Çetin’le yaptığı telefon görüşmesinde, Rus-Türk girişiminin uygunluğu konusunda şüphelerini bildirir. Amerikalılar, Minsk Grubu’nun çalışmalarına önem verip Rusya’yı geri tutmaya çalışıyorlardı. Çetin ise, Rus-Türk girişimine ABD’nin olası katılımı konusunda memnuniyetlerini bildirir. Lakin ne Kozirev-Çetin ortak ziyareti gerçekleşir, ne de ateş kesilir, çünkü Türkiye, Ermenilerin Şuşi ve Laçin’den çekilmelerini ön şart olarak ileri sürmekteydi.
Türklerin açıkça Azerbaycan yanlısı bir duruş sergilemiş olmalarına rağmen Ter-Petrosyan, Ankara’nın katılımına karşı değildi. Ermenistan cumhurbaşkanı, Ankara’nın katılımıyla, Türkiye’nin tarafgirliğinin daha kolay dizginlenebileceğini umut etmekteydi. Karabağ güçlerinin Kelbecer’e girmesinden sonra Azerbaycan, “5+1” (Ermenistan, Azerbaycan, Rusya, ABD, Türkiye temsilcileri ile AGİT Mink Kurulu başkanı) formülünden feragat etti.
Şahnazaryan’ın anlattığına göre Kelbecer olaylarından sonra Ermeni-Türk sürecinin imza aşaması durduruldu. “O arada Minsk Grubu’nun “5+1” gölge formülü de ortaya çıkmıştı. Bu, Minsk Grubu için belgeler toplayacak olan bir çalışma grubuydu. Bu formül dâhilinde birkaç etap görüşmeler yapıldı. Beşlinin, Cenevre’de gerçekleştirdiği yeni görüşmesi, Kelbecer olaylarına denk düştü. Türkiye, Ermenistan’ı ablukaya aldı. Kelbecer olmasaydı protokoller imzalanır mıydı, bunu cevaplamak zor. Bir şey kesin, Türkiye o dönemde gerçekten Ermenistan’la ilişki kurma arzusundaydı. Laçin ve Şuşi olaylarından sonra dahi bu arzu vardı”.